Yahşi Batı – Cem Yılmaz

Yahşi Batı’nın hikayesi oldukça orijinal: Osmanlı Padişahı iki nazırını Amerikan Başkanı’na dostluk nişanesi olarak bir elması götürme görevi veriyor. Bu sayede bol bol Türk işi unsurun Amerikan kovboy dünyasında nasıl durduğunu görüp gülebiliyoruz. Sırf bu ilginçlikleri seyreylemek için bile gidilebilecekken üstüne neşeleniyoruz. Hani “gülmekten yerlere yattık vallahi” denilemez ama bir çırpıda silip atacağınız bir film de değil.

Özet:
Yahşi Batı, 1800’lü yılların sonunda’Osmanlı padişahı tarafından Amerika’ya gönderilen iki görevlinin başlarına gelen olaylar anlatılıyor.

Aziz Bey, ile Lemi Bey, 19. yüzyılın sonlarında padişahın emriyle Amerika’ya gitmek için yola çıkarlar. Yanlarına da hediye olarak verilmek üzere çok değerli bir elmas taş ve yüksek miktarda para vardır. İkili Amerika’ya varınca, gidecekleri yere ulaşmak için bir posta arabasına binerler.

Lemi Bey ile Aziz Bey bu yolculuk esnasında soyulurlar. Önce ellerinden elmas taş gider, sonra da paralarını kaptırırlar. İki Osmanlı, kaptırdıkları parayı tekrar toparlamak için ödül avcılığı yaparlar.

Gördükleri ‘Wanted’ ilanlarını kendilerine uyarlayıp, sırasıyla aranan haydutların yerine geçer ve ödül avcılığıyla para kazanmaya çalışırlar. Biri haydut olur, diğeri onu yakalar ve başlarına her defasında binbir olay gelir. Tam canlarından olacakken Aziz Bey aslında ödül avcısı olmadıklarını, Lemi Bey’in haydut olmadığını, ikisinin de Osmanlı olduğunu anlatmaya çalışır.

Arog: Bir Yontma Taş Filmi

Reklamlarıyla, dilden dile dolaşmasıyla o kadar çok büyüdü ki Arog gözümde, beklentim çok çok büyük oldu. Son ana kadar sabırsızdım diyebilirim. Zaten çok kalabalık bir arkadaş grubuyla gittik; herkes heyecanımı paylaşıyordu.

Herkes birşey konuşuyor, yazıyor. Genelde böyle durumlarda hep hayal kırıklığı olur; ama Cem Yılmaz’ı sıradışı tutuyordum. Güldüm, ilgiyle izledim, özel efektlere bayıldım; ama Gora kadar gülmedim. Kurgu da zayıftı Gora’ya göre. O hiçbirşeyi beğenmeyen eleştirmenlere hak vermek zorunda kaldım. Hani film iki saat yerine bir saat olsaydı, hiç durmadan gülerdik gibi geliyor Gora’daki gibi. Yine de dilimize plesenk olacak espriler, anlatılacak skeçlerle dolu.
Bu arada ilk gün (5 Aralık 21.30 seası) olması sebebiyle ilk defa Emek Sineması’nı bu kadar kalabalık gördüm. İstanbul Film Festivali’nde bile böyle olmuyor. İzdihama ramak kalmış. Kantin de, tuvalet de (1 YTL) hayatının işini yapıyordu sanırım. Ortada da iki haftalık tüm biletler satılmış dedikoduları dolaşıyordu.
Anlamadığım bir şekilde rahatsız bir gösterim oldu: Renkler canlı değildi, alttan üstten görüntü perdeye tam oturmuyordu. Ses, boğuk ve ara ara yankılı geliyordu. Oysa daha önce çok film izledim Emek’te, hiç böyle olmamıştı. Bu güzel salon, hemen bu konuya bir el atmalı.

“G.O.R.A gezegeninde tutsak olan Arif’e büyük kin besleyen Komutan Logar, onu zaman makinesiyle bir milyon yıl öncesine gönderir. Taş Devri insanları, dinozorlar ve prehistorik kuşların yer aldığı AROG’da Arif’in yeni maceralarını izleyeceğiz.”