Ada: Zombilerin Düğünü

Uzun süredir beklenen “Ada: Zombilerin Düğünü” filminin Zombieland‘den sonra çıkması, ister istemez bir kıyaslama durumu yaratıyor.
Yerli malı zombi filmimizin ‘korkutacağım’ diye bir iddiası yok genel itibarıyle. Özel kısımlarda da korkutamıyor zaten. İlk yarıdaki bol bol gençlik muhabbetleri/geyikleri izleyip gülüyoruz (yarılma tadında değil ama, gülüyoruz işte). İkinci yarı biraz daha kısalıyor bu eğlenceli geyikler. Sıkan ‘gerilmeye/korkutmaya çalışma’ sahneleri var. Sonu biraz anlamsız. Anlamsız bazı sahneler uzun tutulmuş, a birçok konu es kaza açıklanmadan geçilmiş. “Hani o kadar adam, uzun zaman çalışmış, bunları gözden kaçırmış olamaz dediğiniz yerler oluyor”; vardır belki bir bildikleri, ama ben bilmiyorum 🙂
“Komedi/korku hadisesi nasıl yapılır”ın adeta bir dersi olan Zombieland yanında belki yerellikle sıyrılacak bir film vizyona giriyor bu hafta. Listenizdeki “must see”ler tükendiyse izlenebilir.
Bu arada isimde öncelikli olan “Ada” kelimesi “acaba başarı gelirse devam filmi de mi olacak?” şeklinde bir soru getiriyor aklıma.

Zombieland

Komedi/korku diye anılıyor; çok eğlenceli bir film. Bol bol güldürüp ani zombi fırlamalarıyla hoplatıyor. Sinemada keyifli zaman geçirip çıkmak için; 88 dk zaten.
Zombilerin ele geçirdiği bir dünyayı 4 kişilik dar bir plandan sunuyorlar. 2. 3.sünü daha geniş bir planda bekliyorum (Bence devam filmleri çekilir).

Konusu: Ruben Fleischer‘ın yönetmenliğini yaptığı Zombieland korku/komedi türünde bir yapım. Filmin başrollerini Woody Harrelson, Jesse Eisenberg, Emma Stone, Abigail Breslin, Amber Heard ve Mila Kunis paylaşıyor. Bill Murray ise konuk oyuncu olarak bir zombiyi canlandırıyor. Filmde zombi salgınıyla yaşamları kabusa dönen bir grup insanın tehlikeli yolculuğu komedi ve korku öğeleri harmanlanarak anlatılıyor.

Son Durak 4 3D – Final Destination 4

Ben bunların ilk üçünü izlemedim, ama herhalde izlemem de. “Para bol bulduk sürecek yer bulamadık” şeklinde bir dağılım söz konusu. Hayatlarında görüp görecekleri en vahşi ölümlere şahit olup da üç dakika sonra plaja giden gençlerimiz, aldıkları en ufak darbede karpuz gibi paramparça olmaktadır. Bunu üç boyutlu yaparsanız daha bir garip gözükmektedir.
Bendeniz ki “Testere (Saw)” tarzı filmleri çok kan ve tiksinç hadiseler dolu olduğu için izleyemem, bu filmi kahkahalarla izledim. Hani kurgu saçma, davranışlar saçma ama güldürüyor be azizim.
Budur, izleyip izlememek size kalmış.

Felekten Bir Gece (The Hangover)

Kaçırılmaması gereken bir komedi. Uzun zamandır bu kadar iyisini izlediğimi hatırlamıyorum. Klasik, gece acayip içip de ertesi gün ne olduğunu hatırlayamama olayını pek güzel işlemişler (Classic! Hahaha!).
Üniaktivite özel gösterimiyle kalabalık bir grupla izledik. Geceye Foster’s da sponsordu. Güzel ablaların ikram ettiği leziz biraların da keyfi arttırmasıyla kahkahaların susmadığı bir gece oldu. Yorumlara ve Üniaktivite etkinlik detaylarına şuradan ulaşabilirsiniz:
http://www.uniaktivite.net/aktiviteler/10920/felekten_bir_gece_ye_davetlisiniz_

Recep İvedik 2

!f İstanbul 8. AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali sürerken bu filme mi gidilir? Kardeşim askere gidiyorken, kuzen falan da yanıbaşındayken, e az biraz da merak ediyorken gidiliyormuş.
Şu film izlerken sinema salonu etkisi pek önemli artık. Astoria’da daha önce salon 8’de gittiğimde, perde salona göre çoook büyüktü. Şimdi salon 5’te gittik. Salon da perde de pek küçük. En azından oranları uygun derken, bu sefer de sağ kısımdaki netlik problemi ve bitmek tükenmek bilmeyen film öncesi, ara sonrası reklamlar (toplamı 30-40 dk vardır), bundan sonra beni burada film izleme konusunda epey düşündürttü. Dip not olarak da bu filmin üç salonda birden oynadığını belirteyim.Gitmeyenlere inat “yahu komiktir, gülersiniz, artislik yapmayın” şeklinde temkinlerde bulunup önyargılarımı aşarak gitmiştim. Ama çok fenaymış. Hele önceki gün festivalde Wendy & Lucy gibi gayet düzgün bir film izlemişken. Başı sonu “uyduruk”, arası bol parodili -ki bu kısımlarda bol bol güldüm- bir skeçler bütünü. İlk film de böyleydi. Kardeşim de “sinemada gitmeye değmezmiş” dedi.


Bu tarz, herkesin gittiği filmlerin lezzetli yanı, sonrası arkadaş arası muhabbetler oluyor. Geyikler dönerken hippopotamlar gibi gülüşüp neşemize neşe katıyoruz anca.

Arog: Bir Yontma Taş Filmi

Reklamlarıyla, dilden dile dolaşmasıyla o kadar çok büyüdü ki Arog gözümde, beklentim çok çok büyük oldu. Son ana kadar sabırsızdım diyebilirim. Zaten çok kalabalık bir arkadaş grubuyla gittik; herkes heyecanımı paylaşıyordu.

Herkes birşey konuşuyor, yazıyor. Genelde böyle durumlarda hep hayal kırıklığı olur; ama Cem Yılmaz’ı sıradışı tutuyordum. Güldüm, ilgiyle izledim, özel efektlere bayıldım; ama Gora kadar gülmedim. Kurgu da zayıftı Gora’ya göre. O hiçbirşeyi beğenmeyen eleştirmenlere hak vermek zorunda kaldım. Hani film iki saat yerine bir saat olsaydı, hiç durmadan gülerdik gibi geliyor Gora’daki gibi. Yine de dilimize plesenk olacak espriler, anlatılacak skeçlerle dolu.
Bu arada ilk gün (5 Aralık 21.30 seası) olması sebebiyle ilk defa Emek Sineması’nı bu kadar kalabalık gördüm. İstanbul Film Festivali’nde bile böyle olmuyor. İzdihama ramak kalmış. Kantin de, tuvalet de (1 YTL) hayatının işini yapıyordu sanırım. Ortada da iki haftalık tüm biletler satılmış dedikoduları dolaşıyordu.
Anlamadığım bir şekilde rahatsız bir gösterim oldu: Renkler canlı değildi, alttan üstten görüntü perdeye tam oturmuyordu. Ses, boğuk ve ara ara yankılı geliyordu. Oysa daha önce çok film izledim Emek’te, hiç böyle olmamıştı. Bu güzel salon, hemen bu konuya bir el atmalı.

“G.O.R.A gezegeninde tutsak olan Arif’e büyük kin besleyen Komutan Logar, onu zaman makinesiyle bir milyon yıl öncesine gönderir. Taş Devri insanları, dinozorlar ve prehistorik kuşların yer aldığı AROG’da Arif’in yeni maceralarını izleyeceğiz.”