Gün 8: İstanbul’dan Kopmadan Tatil Keyfi

window.fbAsyncInit = function() { FB.init({appId: “147646221917493”, status: true, cookie: true, xfbml: true}); }; (function() { var e = document.createElement(“script”); e.async = true; e.src = document.location.protocol + “//connect.facebook.net/tr_TR/all.js”; document.getElementById(“fb-root”).appendCh
İstanbul gerçekten harika bir şehir. Çok şehir gezdim, “acaba?” diye düşündüklerim de oldu ama İstanbul bambaşka. Bilmiyorum bundan sonra da çıkar mı daha iyi bir yer karşıma.

Tarih ile doğanın, iş yaşamıyla huzurlu aile hayatının bir arada olabileceği tek yer sanırım İstanbul. Yurtdışından gelen arkadaşlarım da çok şaşırıyordu bu duruma. Bir saat yolculuk sonrası, ormanlar, kumsallar ve plaj… Bazıları için mucize gibi birşey. Mucizelerin gerçekleştiği şehir ise İstanbul. Kıymetini bilmek lazım.

Pazar günü erkenden kalkıp ağaçların mis kokuları arasında, bir saat yolculuk sonrası vardığınız (motorsikletle daha kısa ve trafik yok. lakin nispet yapmayayım dedim:) ) Kilyos’ta farklı farklı plajlar var. Geçtiğimiz hafta Tırımata Beach‘teydim. Bu hafta Solar Beach‘i tercih ettim. Yukarıda klasik pazar keyfim olan ‘yığınla gazete okuma’ hadisesinin Beşinci Cadde ile kafiyeli (aslında redif :P ) olsun diye Milliyet’in Cadde okurkan çekilmiş bir fotoğrafımı görebilirsiniz.

Plaj çok çok kalabalıktı. Kapı girişinden denize girişe kadar şezlonglarla doluydu. Önümüzdeki hafta Ramazan ayı başlıyor; insanlar bu sebeple son haftayı değerlendiriyordu sanırım.Neyseki insanlar yüzmekten çok güneşlenmeye ve barda takılmaya gelmişti ki rahatça yüzebildik. Havanın kapalı olması boğucu bir hava verse de en azından güneş geçen haftaki kadar yakmıyordu.

Beşinci Cadde son dönemin popüler özel alışveriş (private shopping) sitelerinden biri; ama sadece ‘kadınlara özel’ olmasıyla ayrılıyor. Henüz açılmamasına rağmen fısıltı gazetesi sayesinde epeyce yayılmış ve adı sanı bilinir hale gelmiş durumda. Aslında site yönetiminden şu ‘kadınlara özel’ kısmı için özel bir çalışma beklerdim :)

Beşinci Cadde Hakkında:
Beşinci Cadde, sadece kadınlara özel, en sekin markaları ve en özel hizmetleri %70′e varan indirimlerle sunan, üyesi olmayanlara ve erkeklere kapalı bir alışveriş ve yaşam kulübüdür.
http://www.besincicadde.com

9 Günde İzlediğim Gruplar: Metallica, Manowar, Megadeth, Slayer, Cannibal Corpse, Amorphis, Nevermore…

BJK İnönü Stadyumu’ndaki Sonisphere ve hemen bir hafta sonra karşısındaki Maçka Küçükçiftlik Parkı’ndaki Unirock Festival sayesinde rock dolu iki hafta geçirdik. 9 gün içerisinde izlediğimiz grup listesi bundan on yıl önce ancak bir hayal olabilirdi:

Sonisphere 2010
25/26/27 June 2010 @ İstanbul BJK Inonu Stadium

  • * METALLICA
  • * RAMMSTEIN
  • * ACCEPT
  • * MANOWAR
  • * SLAYER
  • * MEGADETH
  • * ANTHRAX
  • * ALICE IN CHAINS
  • * STONE SOUR
  • * VOLBEAT
  • * PENTAGRAM
  • * GREN
  • * MURDER KING
  • * HAYKO CEPKİN
  • * BLACKTOOTH
  • * FOMA
  • * ETE KURTTEKİN

Unirock 2010
*UNIROCK OPEN AIR FESTIVAL III
2-3-4 TEMMUZ 2010

  • CANNIBAL CORPSE
  • NEVERMORE
  • AMORPHIS
  • OBITUARY
  • NECROPHAGIST
  • DARK FUNERAL
  • OVERKILL
  • SABATON
  • BELPHEGOR
  • GRAVE DIGGER
  • HEAVEN SHALL BURN

Sonisphere‘in BJK İnönü’de yapılması gönlümde yatan iki aslanın bir araya gelmesiyle büyük coşku oluşturmuştu. Daha önce Metallica’yı tribünden izlediğimde Ali Sami Yen’de pek keyif almamıştım. Sahaiçinde daha iyi bir konser deneyimi oldu; ancak oturma yeri olmaması sıkıntıydı. Yoruluyor insan kaç saat ayakta, yerlere oturuyorsun.
Ses sistemi çok güçlüydü; ama gereğinden fazla açıktı.
İlk gün Rammstein sahne şovu nasıl olur hepimize gösterdi. Türkiye’de izlediğim en iyi sahne şovuydu (Download Festival, İngiltere’deki KISS konseri de izlediğim en iyisidir).


Manowar Joey Demaio Türkçe Konuşma: Kim için geldiniz? from Metal Monster on Vimeo.

İkinci gün Manowar’ın performansını önceki Yedikule Zindanları konserine göre zayıf buldum. Manowar’ın epik parçalarına zindanlarda eşlik eden gökgürültüsü ve şimşekler konsere harika bir atmosfer katmıştı. Eric Adams’ın meşhur uzun uzun okuduğu nadide parçaları, sanki ses kısıklığından kesik kesik söylemesi canımı sıktı. Arada scream’lerle gönlümüzü almaya çalışsa da asıl gönlümüzü alan Joey Demaio’nun Türkçe konuşması oldu. Bu da Rammstein gibi ‘yüksek bütçeli görsel kullanmadan nasıl sahne şovu yapılır’ın dersi gibiydi. “Kim için geldiniz?” sorusu ve tüm stadın “Manowar!” diye haykırması uzun süre unutulmayacak. Bunu Bulgaristan ve Romanya konserlerinde o dillerde yapmış.

Son gün ise içi geçmiş Big Four üstüne Metallica ilaç gibiydi. Önceki konserden de iyilerdi ama üç gündür ayakta olmanın yorgunluğuyla hakkını veremediğimi itiraf edeyim.

Unirock‘ta ilk gün çocukluk kabusum Cannibal Corpse vardı headliner.
90’lı yılların efsanevi PC oyunları dergisi Gameshow yazarları adeta kahramanlar gibi benim gibi oyunseverler için. MAC diye bir adamın MACBETH adlı (adı da Shakespeare’in ölümsüz eserinden gelir) okuyucu sorularını cevapladığı bir köşesi vardı. Yoğunluktan her mektup yayınlanmazdı. Ben de orijinallik olsun diye mektubumu CD üzerine CD kalemiyle yazmıştım (o ara mektubu WORD dosyası olarak CD ile göndermek modaydı. “CD gönderin” esprisine ithafen öyle yollamıştım). O da beş soru olan/sığan mektubumu yayınlayıp yanıtlamıştı.
Sorulardan biri “En manyak metal grubu hangisidir?”di ve yanıt “Cannibal Corpse”tu.
Ortaokul yıllarımdı. Metalcilerin en sık takıldığı ikinci pasaj olan Atlas Pasajı’nda (diğeri Kadıköy’deki Akmar) Karga’dan Butchered At Birth albümünü ve bir süre sonra da aynı desenli tişörtünü almıştım. Dehşet dolu bebek ölüleri dolu albüm kapağının tişörtü de etraftakiler tarafından o denli şaşkın bakışlara gebe oluyordu ve açıkçası keyifle giyiyordum ben de. Müthiş gürültülü ve hızlı müziğin de bundan aşağı kalır yanı yoktu. Nadiren de olsa dinlediğim gruplar arasına girmişti.

Yıllar sonra bu kabusu canlı gördüğümde ise o kadar korkunç adamlar olmadığını gördüm. Sahnede kan gövdeyi götürmüyordu. Davulcu albümler kadar seri değildi. Durmadan kafa sallamaktan boynu kalınlaşmış vokalist bir gülümsese sevimli bile olabilirdi. Nitekim böylece çocukluk kabusum sona ermiş oldu.

Unirock’taki genel problem kötü/yetersiz/düzgün ayarlanamamış ses sistemiydi. Bu yüzden müzikten daha çok Sonisphere’de gürültüden pek konuşma fırsatı bulamadığım dostlarla sohbet keyif verdi.

Festival Günlüğü: Arabulucu, Gainsbourg, Aşkın Son Mevsimi, Face, I Killed My Mother, Cell 211

Yönetmen
Joseph Losey
Oyuncular
Julie Christie, Alan Bates, Margaret Leighton
İngiltere, 1970
35 mm / Renkli / 115′

1970’lerin aristokrat İngiliz aile yaşamını, çatışmalarını, ilişkilerini bir çocuğun gözünden gayet iyi anlatsa da, sanırım çekildiği yılların tekniğinden dolayı sıkıldığım çok sahne oldu.

Konu: On iki yaşındaki Leo yaz tatilini arkadaşı ve onun ailesiyle birlikte geçirmeye karar verir. Arkadaşının ablası Marian, nişanlı olmasına rağmen taşralı çiftçi Ted ile yasak aşk yaşamaktadır. Gizli âşıkların mektuplarını taşıma görevini üstlenen Leo, bunu bir oyun gibi algılamaktadır ve içine düştüğü tehlikenin farkında değildir. Harold Pinter ve Joseph Losey’in birlikte çalıştığı son film olan Arabulucu, izleyiciyi sürekli şaşırtan olay örgüsü ve görüntüleriyle İkinci Dünya Savaşı öncesinin atmosferini çok iyi yansıtıyor.

Yönetmen
Joann Sfar
Oyuncular
Éric Elmosnino, Lucy Gordon, Laetitia Casta
Fransa-ABD, 2010
35 mm / Renkli ve Siyah-Beyaz / 130′

Fransız besteci ve söz yazarı Serge Gainsbourg’un hayatını gayet keyifle anlatan bu filmi sevdim. Sıradışı bir insanı tanımak, ilham almak için birebir.

Konu: Yaşamı boyunca protesto edilen, yasaklanan, tartışılan, skandalların baş kahramanı Fransız müzisyen, oyuncu, tabudeviren Serge Gainsbourg bu “kötü” şöhretiyle hem popüler kültür hem de müzik dünyası için her zaman vazgeçilmez oldu. Çizer Joann Sfar kendi çizgi romanından uyarladığı bu ilk filmiyle Gainsbourg’un 1940’lardan Nazi işgali altındaki Paris’te geçen çocukluğundan 1991’deki ölümüne dek sınırlarda yaşadığı hayatı anlatırken, onun isyankâr enerjisi, güzel kadınları ve muhteşem müzikleriyle göz alıcı bir filme imza atıyor. Brigitte Bardot’yu Laetitia Casta’nın canlandırdığı film, Jane Birkin’i canlandıran, Mayıs 2009’da intihar eden genç oyuncu Lucy Gordon’a adandı.

Yönetmen
Michael Hoffman
Oyuncular
Helen Mırren, Christopher Plummer, James McAvoy, Paul Giamatti
Almanya-İngiltere, 2009
35 mm / Renkli / 107′

The Last Station’da Tolstoy ve karısı arasındaki eğlenceli, duygusal ve karışık aşkın hikâyesini anlatıyor. Sinema ve edebiyatı birlikte sevenlere tavsiye edilir. Hem Tolstoy, hem roman uyarlaması, hem de güçlü imgeler ve sinematografiyle dolu iyi bir film.

2009 Roma En İyi Kadın Oyuncu
2009 Hesse (Almanya) En İyi Uluslararası Edebiyat Uyarlaması

Konu: 1910 yılında seksen iki yaşındayken bir tren istasyonunda zatürreden can veren Tolstoy, ölümünün yüzüncü yılında çeşitli etkinliklerle tüm dünyada anılıyor. Jay Parini’nin romanından uyarlanan bu filmde, Tolstoy ile kırk sekiz yıllık karısı ve esin perisi Sofya arasındaki eğlenceli, duygusal ve karmaşık aşkın hikâyesini izlerken büyük yazarın hayatının son yılına tanık oluyoruz. Filmdeki performanslarıyla, Rus kanı taşıyan Helen Mirren En İyi Kadın Oyuncu Christopher Plummer da En İyi Yardımcı Erkek oyuncu dalında Oscar’a aday gösterildi.

Yönetmen
Tsai Ming-Liang
Oyuncular
Lee Kang-Sheng, Laetitia Casta, Jean-Pierre Léaud
Tayvan-Fransa-Belçika-Hollanda, 2009
35 mm / Renkli / 137′

Deneysel bir film. Modern sanattaki video yerleştirmeleri severim. Ama bu tarz video yerleştirmelere benzer 137 dakikalık bir uzun metraj hakikaten baydı. Belki bir film okuma dersiyle iyi gelebilir. Ama salt hali beni sarmadı.

Konu: İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale kazanan Tsai Ming-Liang, fetiş oyuncu Lee Kang-sheng ile kült Fransız oyuncu Jean-Pierre Léaud’yu mizahi ve absürt bir Louvre methiyesinde bir araya getiriyor. Louvre Müzesi tarafından ısmarlanan bu sıra dışı film, kayıp ve yas temalarını işliyor. Filmin kahramanı, dev Louvre Müzesi’nde Salome efsanesi hakkında bir film çeken Tayvanlı bir film yapımcısı. Çekimler başlar başlamaz bir dizi sorun çıkıyor: Önce yönetmenin annesi ölüyor, ardından kadının hayaleti ortaya çıkıyor. Filmin oyuncuları arasında Fanny Ardant, Jeanne Moreau, Nathalie Baye ve Mathieu Amalric de var.

Yönetmen
Xavier Dolan
Oyuncular
Anne Dorval, Xavier Dolan, Suzanne Clement
Kanada, 2009
35 mm / Renkli / 100′

Kanada aile yaşamı böyleyse hakikaten eylemi gerçekleştirmemek olası değil 🙂 Farklı bir aile yaşamının en ince detaylarına kadar dalabileceğiniz bir film.

2009 Cannes Yönetmenlerin On Beş Günü: Sanat-Sinema Ödülü, Genç Bakış Ödülü, SACD Ödülü
2009 Vancouver En İyi Kanada Filmi

Konu: Cannes’ın en çok konuşulan filmlerinden olan Annemi Öldürdüm, aynı zamanda Kanada’nın Oscar aday adayı oldu. Filmin merkezinde, annesini sevmeyen eşcinsel lise öğrencisi Hubert var. Annesinin düzenbazca manevralarından ve suçluluktan bunalmış, onu küçümsemekten kendini alamıyor. Bu aşk/nefret ilişkisinin kafa karışıklığıyla Hubert ergenliğin gizemlerine sürükleniyor. Henüz yirmi yaşındaki Xavier Dolan yazıp yönettiği ve başrolünde oynadığı ilk filminde son derece açık sözlü.

Yönetmen
Daniel Monzón
Oyuncular
Luis Tosar, Alberto Ammann, Antonio Resines
İspanya-Fransa, 2009
35 mm / Renkli / 110′

Çok iyi! Kaçırmayınız. Zaten İKSV ek gösterim de koymuş. Hep hapistekileri izledik, şimdi onların tarafından bir isyana bakıyoruz bu filmde. Avatar mantığı var 🙂 Şöyle ki: Aralarına sızan delikanlımız onlardan biri oluyor. Sonrası spoiler, spoiler…

Konu: 2010 Goya En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu (L. Tosar), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, En İyi Yeni Erkek Oyuncu, En İyi Kurgu, En İyi Ses Juan gardiyan olmak üzeredir. İşe bir gün erken gelir. İki meslektaşı ona hapishaneyi gezdirirken, birdenbire tavandan düşen bir parçanın çarpmasıyla bayılır. Gardiyanlar onu ayıltmak için 211 numaralı boş hücreye götürür. Juan bilinci kapalı halde hücrede yatarken hapishanede bir ayaklanma patlak verir. Ayıldığında güç bir durumla karşı karşıyadır: Hayatta kalmak için mahkûm rolü oynamak zorundadır.

İstanbul’un Modern Yüzü Fotoğraf Sergimiz Bugün Açılıyor

Benim de yeraldığım “İstanbul’un Modern Yüzü” adlı fotoğraf sergisinin kokteyli bugün saat 16:00’da Taksim Sanat Galerisi’nde.

Fotoğraf Atölyesi’nin, Amerikalı fotoğraf sanatçısı Landon Nordeman’la ortaklaşa düzenlediği Modern İstanbul temalı fotoğraf projesi tamamlandı. Nisan 2009’dan bu yana 26 fotoğrafçının kendi bakış açıları doğrultusunda objektiflerine yerleştirdikleri İstanbul’un farklı halleri Modern İstanbul’un Modern Yüzü başlıklı sergide buluştu. İstanbul Kültür Başkenti 2010 sergilerinin yer aldığı şu günlerde izleyici ile 6 – 19 Mart tarihleri arasında Taksim Sanat Galerisi’nde buluşacak olan sergi büyülü şehir İstanbul’un farklı yönleri gün yüzüne çıkıyor.

Ahmet Kahraman, Arzu Arbak, Ayşenur Özcan, Burçin Çobanoğlu, Cem Doğan, Çetin Ertürk, Erdem Genç, Etem Çolak, Filiz İnce, Gonca Aldemir, Hakan Samur, Harika Gökmen Kora, İlknur Günertürkün, İnci Okutan, Melissa Levi, Meltem Koşar, Mert Kitapçı, Mustafa Bal, Nena Çalidis, Nurer Yüksel, Sevda Nur Aylar, Sonay Tükeler, Sülen Kırgezen, Şahver Koçulu, Tuncer Baybağ, Yüksel Altun’dan oluşan fotoğraf ekibi bir yıl boyunca İstanbul’un farklı dokusunu dinamik bir bakış açısı ile yorumladı.

Neden Modern İstanbul sorusuna gelecek olursak… Türkiye ve ya İstanbul dendi mi Avrupalının aklına ilk gelen Ortadoğulu yönümüz…. Camiler, köprüler, sokak satıcıları oysa bilinenin ve ya birileri tarafından bu şekilde dayatılan İstanbul aslında farklı ve renkli bir şehir… Kültür sanat yaşamının dinamik ve renkli yapısı bir Avrupa şehri ile rekabet edebilecek potansiyelde… Buna en iyi örnek kuşkusuz Michael Jackson, Madonna ve Leonard Cohen’in İstanbul konserleri. Mimari açıdan da İmparatorluk şehri olmanın tüm ağırlığını üzerinde taşıyan İstanbul özellikle son yıllarda modern mimarisi ile de gökdelen şehri New York’la yarışacak duruma geldi. Bizim amacımız yaşadığımız şehrin ‘sır’larını yani bilinmeyen yönlerini ortaya çıkarmaktı. Daracık Arnavut kaldırımlı sokaklarda yürürken ‘öteki’ yüzünü aradık bu şehrin. Büyük ve ihtişamlı alışveriş merkezlerinin fotoğraflarını çekerken biz İstanbul’un gerçek halini görüntüledik. Bizim için keyifli bir yolculuktu, her birimiz kendi İstanbul’umuzu fotoğrafladık.

6 Mart 2010 Cumartesi günü 16:00’da gerçekleşecek açılış kokteylimizde siz basın mensuplarını da aramızda görmek bize mutluluk verecek.

2007 yılından Şaşkınbakkal/Kadıköy’de kurulan Fotoğraf Atölyesi, aylık söyleşi ve gösteriler, sergiler, başlangıç düzeyinden ileri seviyelere kadar fotoğrafçılık ve sayısal görüntü işleme atölyeleri düzenliyor. Çerkes Karadağ ile yapılan “Portre Stüdyosu” ve Ali İhsan Gökçen ile yapılan “Doğa Fotoğrafı” önemli atölyeleri arasındadır.

Projemizi destekleyen ve koordinasyonu yürüten Fotoğraf Atölyesi’ne, Sergi kataloğu ve afiş baskı sponsorumuz Sınav Dershanesi’ne, fotoğraf baskı sponsorumuz UNO’ya, kokteyl sponsorumuz Zerdali Yemek’e, Afiş ve sergi kataloğu tasarımlarında yardımını esirgemeyen Serkan Demirel’e teşekkür ediyoruz.

Fotoğraf Atölyesi ve katılan fotoğrafçıların sosyal sorumluluğa duyarlı yaklaşımlarıyla, fotoğraf satışından elde edilecek gelir Göztepe Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağışlanacaktır.

Facebook event http://bit.ly/b5Uz6P